Bu yayını ana hatlarıyla yaraştıran (sunan değil) kardeşimizi az da olsa tanıyorum. Abdülcelil Karakaş'ın başı olan ETIC üzerinden yürüyor. Yurdu, Uygur yurdumuz için mücadele eden, etmeye çalışan birisi. Kuşku yok ki Çin, mâlum nedenlerden kapalı bir kutu. Bilgi edinmek çok zor. Ancak TRT Haber'de yayınlanan Ömür Dediğin'in 161. bölümünde çıkan Altaylı Kazak amcamızın dediği gibi, yine bir biçimde çok kısa, küçük bir kanaldan olsa da bilgilerin ulaştığı vâkîdir. Tüm bilgilerin yüzde yüz doğru olmadığı söz konusu olabilir; ancak Çin'i, târihini, son asırda olanları iyi bilenler, 5 Temmuz'un nedenlerini bilenler Çin'in gülistanlık yer olmadığını bilir ve kendini bilmez, yancı, kayıtsız şartsız taraf olan avrasyacıların söylediklerinin doğru olmadığını bilirler.
Bu bağlamca az da olsa bir intibâ edinmek için bu gündelik yayını izlemek yarardan olabilir. Gün içerisinde dünyânın her yerinde olan gelişme anmaları vesilesi ile de özetleyici özelliği var.
Çin ile günümüz koşullarında iyi ilişkilere iye olmak durumundayız. En azından ben öyle görüyor, öyle yoruyorum. Ancak bu durum kardeşlerimizin ezildiği gerçeğini göz ardı etmemize neden olamaz. Bu yüzden burada olanları bilmek, az da olsa kısıtlı da olsa olan, ulaşan bilgileri görüp değerlendirmek ve konu hakkında bilinçli olmak zorundayız. BD'nin Çin'i bölme siyâseti, bir takım radikal kesimleri kullandığı, Suriye'de bir takım kendini bilmezlerin olduğu doğru olabilir. Bizde de yurdu teslim etmek üzere olan yüz binler çıktı. İçimizde yine yoz, yobaz, câhil cühelâ, vahhabî kafada, radikal, en açık ifâde ile
kendi dinini yaşayan aşağılık kesimler var. Dolayısıyla ilgili durum sayanlarca milyonlarca kardeşimizin başına gelen zulmü görmezden gelme ya da yok sayma gibi çirkin ve vefâsız bir durumu asla doğuramaz, bütün Uygurların BD'nin maşası olduğu, amellerine âlet olduğu safsatasına temel teşkil edemez, hepsinin bir olduğu anlamına gelemez. Çürükler her yerde vardır ve beş parmağın beşi bir değildir. Birileri bir şeyler yapıyor, yapmaya çalışıyor diye, birileri de buna âlet oluyor diye kendi davâlarımızdan, kardeşimizden vaz geçici değiliz.
O baylı, kutlu, medenîyetmizin yeşerme yerlerinden olan, o ortaya, merkeze giren Uygur Yeri ve çevresinde bir buçuk sayan (million) üzerinde Kazak kardeşimiz, yirmi sayan üzerinde Uygur kardeşimiz, ve yine pek çok sayıda Kırgız, Tıva kardeşlerimiz var. Yine Moğollar da var. Ezilen, diğerleri gibi gelenekleri dışında dilleri dâhi baskılanan, yasaklanan, Altay toplulukları kapsamına giren Mançular da var. Diğerleri zâten mâlum (Tibet gibi). Ayrıca Çin'in içinde de soydaşlarımız vardır. Sarı Uygurlar gibi, Salırlar (Oğuz boyu; Salgır/Salgur da denir) gibi. Bu küçük, sayıları
birkaç bini geçmeyen toplulukların dâhi kendi özün olmalarına müsaade ve dâhi müsâmaha gösterilmemekte, gösterilememekte, bundan dâhi korkulmakta, çok görülmekte ve çalışmalarının önüne geçilmekle birlikte kimlik demek olan, kimlikleri, özleri, birikimleri demek olan az çok olan târihî eserleri bile müzelerden alınıp ortadan kayıp edilmekte, sorular üzerine belirsiz yanıtlar verilmektedir. Bu konulara Salur Türkleri ile Sarı Uygurlar adlı iki çalışmasında bir bilimcimiz ışık tutmaktadır. Sözün kısası eritme, yok etme, asimile etme politikaları güdülmektedir. Mehmet Levent Kaya ustamız da buraya, resmî olarak Çin geçen yere, zar zor öğrenilebilinen, neredeyse öğretici yeri kalmadığı Sibe-Mançu dilini öğrenmek için gitmiş, ancak varlığı Çinlilerce istenmediği için erken terk etmek zorunda kalmıştır. Yâni durumlar öyle birilerinin anlattığı gibi değildir. Çin'in ezelden beri kır topluluklarını, başta biz Türkleri bölmek ve bir birine düşürmek için neler yaptığını bilenler, bir diğer başlıkta andığım gibi târih geçmiş bilenler zâten pek de aksinin olamayacağının ayırdındalar.
Böylece, bu tür gönderiyi de bu başlık altında değerlendirmeyi uygun görüyorum.