RUNİK Mİ?Bir önceki yazımızda, yazıtlar dönemine yordama uyarak bengü ya da bengi taşlar dönemi, bengü taşa da yine birce demenin uygun davranış olacağı yönünde söz eylemiştik. Elbet, bu bir tercih, gönül işidir, ve fakat uygulanmasında yüce yarar vardır. Nedenlerine önceki yazımızda değindik.
Bundan başkaca ise, yanlış, yanılgı ve yordam dışı diyeceğimiz ayrı bir uygulama vardır. Şöyle ki, yazımız için "runik" denmektedir ve bu kötü uygulama öz bilim câmiamız içerisinde sürmektedir. Bu sözü açmakta yarar var.
İskandinav yazıtları bulunduğunda, bu yazıtların yazılmış olduğu yazı bilinmediği yâni giz(em)li olduğu için, Online Etymology Dictionary'ye göre Cermen köklü olan bir söze baş vurulmuş ve durumu anlatmak için giz, gizem; sihirli im vb. gibi anlam kaplamına iye "runa, rune" sözü kullanılmış ve bu kullanış zaman içinde yazılmışa oturmuştur. Gün gelip bizim bengi taşlar batılılarca bulunduğunda yazımızın üsükleri (harf) İskandinav yazı dizgesinin üyelerine benzetilip üstelik de bu benzetmeden ötürü bulucularca kendi atalarına âit yazıtlar sanıldığı için öz yazımız için de oradan getirip "runic", üsüklerine de runa, rune denmiştir.
Olayın arkası bu olmakla, öz yazımız bizim yazımız olduğu gibi, diğer deyişle tanımını bizim koymamız gerektiği, en azından kendi kullanış alanımızda öz bir kullanış sürmemiz gerektiği gibi, uzundur da çözülmüş bulunmakta, yâni giz (run) olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Sihir(li im) vb. ise zaten değildir. Hâl bu iken, Türkçeleştirip ya da daha doğru bir deyişle devşirip "runik" demek, çok yersiz ve de yanlış bir uygulamadır. Dışarıdan geleni yeğlemek, (özce) düşünmemek, üretmemek, hazırcılığa alışmak demektir. (Özellikle bir başka pencereren bakıp değinecek olur isek, son zamanlarda dilimizde bu kötü alışkanlık kendini daha da göstermekte, destination sözünden destinasyon, boarding card sözünden bording kart, penetration sözünden penetrasyon gibi sözler karşılığı her bir dünya dilinde bulunan sözler dahi umursamazlarca bünyemize sokulup şuursuzlarca da kullanılıp yaygınlaştırılmaktadır.) Durum bu iken ancak, bir çok akademik çalışmada (bile) bu uygulamanın sürdüğünü, öz devinimin öz düşüncenin olmadığını, yukarıda imlediğimiz gibi görebiliyoruz.
Bu durumu, Türkistan adını unutturmak için -bir çok diğer şeyi unutturmaya çalıştığı gibi- Rus'un "orta asya" kavramını bulup buna karşın benimsememize, devletin adı açıkça Türk olduğu hâlde Rusların kağanların unvanlarından hareketle türettikleri yapma ad "karahan"ı almamıza, Alman Willy Bang'ın olmadığı hâlde ulus, dil ve devlet/yurt adı olarak "göktürk" adını kullanması sonucu bizim de bilim câmiamızın benimsemesine ve yazılmışımıza kendi ellerimizle oturtmamıza benzetebiliriz. Bunlar, maalesef, acı örneklerdir ve ders çıkartılması gerekmektedir.
Olay öyle durumda ki, Alman (buraya dikkat) Türklük bilimcisi Marcel Erdal bu işi anlamış ve ilgili duruma karşı çıkarak, "Başkalarının runik, Orhon, Orhun veya Göktürk yazısı dedikleri, benim burada 'eski Türk yazısı' olarak niteleyeceğim yazı sistemi, Kırgızistan'da, Moğolistan'ın çeşitli yerlerinde, Güney Sibirya'nın Tuva, Hakasya, Altay Cumhuriyeti ve başka bölgelerinde bengü taşlara, kayalara ve bir takım nesnelere kazılmış ve çizilmiş yüzlerce yazıtta ortaya çıkmıştı; Orhon nehri kıyıları bu geniş Türk coğrafyasının önemli fakat çok küçük bir kısmını teşkil etmektedir. Kök Türk 'mavi Türk' terimi tartışma konusudur; ben bu tartışmaya katılmadan, yazının sadece büyük Türk imparatorluğu içinde değil, bunun dışında, öncesinde ve sonrasında da kullanıldığını hatırlatmak istiyorum. Yazıya "runik" demek ise tümüyle yanlıştır: Orta Çağ Cermen kabilelerinin kuzey Almanya'da, Danimarka'da, İsveç'in ve Norveç'in güneyinde ve İngiltere'nin doğusunda abidelere kazıdıkları yazıya Almanlar ve İskandinavyalılar -yazı artık okunamadığından- rune 'gizli işaret' derler. Eski Türk yazıtlarının dili daha belirlenmeden önce, Sibirya sürgünü Finliler ve İsveçliler, Sibirya'da buldukları, ilgilendikleri ve araştırdıkları yazıtların kendi ataları tarafından yazıldığını düşünürler, bu yüzden buradaki işaretler için de aynı terimi kullanırlar." demiştir (Eski Türk Yazısı Yazmaları ve Gramer Özellikleri, Berlin).
Sonuç şudur. Bu gibi tanım işleri hafife alınır değildir. Özellikle de "be(ng)ü taş" örneğinde olduğu gibi bir işin aslı durur iken. Pek iyi, uygunu nedir? Bu durumda yazının niteliği söz konusu olduğu için uygun bir söz gerektir. Bunun için ilk davranmamız gereken yer, kendi kaynaklarımız, kendi yazılmışımızdır (literature). Yazdırıcılar, yazıyı vurdurduklarından ("urturtum" = vurdurdum), dokutduklarından ("tokıtdım" = dokuttum) söz eder. Bildik olduğu üzere de yazı, taşa kazınmakta, oyulmakta, dönemin ağızıyla "urulmakta"/"tokınmakta" yâni vurulmakta/dokunmaktadır (bkz. tokmak). Buradan getirip vurma yazı, oyma yazı gibi bir tanım yapılabilir. Örneğin, "Türk vurma yazılı metinlerde (yâni kasıt bengü taşlar devri ve bengü taşlar metinleridir) x söz tanıklanmıştır.", denebilir. Bununla birlikte, yazımızın kağıda da işlendiğini, unutmamalı. Bu durumda da kısaca "kağıda yazılı Türk üsüklü/harfli metinler," gibi bir betimleme kullanılabilir ya da yakın hattâ aynı döneme girdiği (geçiş dönem denebilir sanıyoruz) için kağıda yazılı olanları (Irk Bitiğ gibi) da taş olanlara katıp tümden kamusuna "Türk yazılı metinler", "Türk üsüklü metinler" denebilir.
Ancak elimizdeki kağıtlı örnekler diğerine bakarak düşük oranda olduğu için genelleme yaparak oyma/vurma yazı demek, yine de bu tür bir kullanışın gerektiği yerde yerinde bir davranış görülebilir. Böylece, ilgili yazımızın nasıl işlendiğini dönemin ağızına uygun olarak, yansıtmış da olur, doğru bir tanım ile ne olduğunu gösterip, yordamca davranmış oluruz.
İşleri ne denli doğru yapar isek, o denli öze ulaşır ve düşünce de söz de mantıklı zemine oturur.
https://www.facebook.com/binyiltumengun/photos/a.367966850463602/371619583431662/?type=3&theater