Doğrusu,sizin vermiş olduğunuz bilgiler,bende hayal kırıklığı yaratmadı dersem yalan olur.Yukarıda ismini zikrettiğimiz kişilerin varmış oldukları sonuç,Türk medeniyetinin tüm medeniyetlerin beşiği olduğu yönündeki bulgulardı.Sizin yazdığınız yazıyı özetlersek bu sonuca varılmasının zor olduğu yönünde.
Ancak kafamı kurcalayan bir taraf var,Yıllar önce sanırım Kanal 6 olsa gerek Hulki Cevizoğlu'nun programına Kazım Mirşan ve Turgay Tüfekçioğlu yayın konuğuydu.Bu programda Kazım Mirşan'ın birkaç dilin yanısıra 7 Türkçe lehçesini de bildiği ve çok iyi çivi ve kaya yazıtlarınında okuyucusu olduğu iddia edilmişti.Bu programda ''Kaya Resimlerini nasıl okudunuz'' sorusuna ''E okudum İşte'' diye bir yanıt verilmemişti.Özellikle Saymalıtaş Kaya resimlerinden yola çıktığını buranında Türk yurdu olması nedeniyle diğer mağara resimlerindeki temel motifinde Saymalıtaş temel motifi ile neredeyse aynı olduğunu söylemişlerdi.Ve hatta bu programda daha sonra halı desenlerin ve tamgalarda birebir örtüştüğü yönünde kuvvetli bulgulara rastlamışlardı.
Ben elbetteki bu yönde uzman değilim.Sizler gibi derinlemesine araştırma yapmadım.Benim yaptığım çalışma,merak üzerine Türk tarihini medeniyetini öğrenmek ve Atalarımızı daha yakından tanımak.Bu yönde karşıma kim çıktıysa araştırma yapmaya çalıştım.
Elbette bilim,geçmişi birebir açıklayamasa bile yapılan kazılarda,ortaya çıkarılan eserlerde bizlere bir fikir veriyor.İşte bu nedenle,gerçeğe daha fazla yaklaşmak adına akademisyenlerimiz Türk tarihi konusunda derinlemesine çalışmalar yaparak ortaya çıkarılamayan bilgileri çıkarmak ve ehil olmayan kişilerin uluorta,yalan-yanlış bilgilerin önüne geçerek,gerçeğe erişmek.Tarihte yaşananları,hatasıyla sevabıyla tüm objektifliği ile dünya kamuoyu önüne sermek.
Tüm isteğim,tarihimizi tarafsız,neler olmuş,neler yaşanmış,nasıl bir medeniyete imza atmışız,bütün bunları öğrenebilmek,yakın geçmişimizden yola çıkarak,Türk tarihinin tüm uzantılarını,taraf tutmadan kişileri,öbekleri,toplumları karalama ve yüceltmelerden uzak,objektif,her şeyin olduğu gibi bizlere aktarılmasıdır.Gerçekleri öğrenmenin hepimizin hakkı olduğunu düşünüyorum.Batı istemiyor diye,içimizde batı hayranları istemiyor diye,içimizdeki farklı zümreler kendi düşüncelerine ters gelen konuları almayıp işine geldiklerini alıyor diye ,iftiralarla karalamalarla,gerçeklerin çarpıtılarak bambaşka bir tarihi önümüze sermek açıkçası kendimize ihanettir.
Hayal kırıklığını anlıyorum, ancak yaratmasın. Çünkü bu söylediklerim ve buradan çıkarılacak sonuç onların üstelik kanıtsız dayanaksız savunduklarından daha da yüce bir sonuca götürüyor. Şöyle ki, evet, bizlerin birçok medenîyete bir şeyler verdiği, yerine göre çok güçlü şeyler verdiği, temelinde yattığımız doğrudur. Birkaç örnek. Sümerlerin ne olduğu kesin olmasa da biz Türklerle ilgileri var; çünkü adamların dilinde yüz seksenin üzerinde Türkçe söz saptanmıştır ki bunun en önemlisi ''dingir'' diye verilen ve bizim erden dilimizde te(ng)ri diye gördüğümüz ancak birçok değişik söyleyişi de olan (te(ng)er gibi örneğin) sözdür. Günümüzde buna ''tanrı'' diyoruz ve aslî anlamı ''gökyüzü''dür. Yalnızca bu söz bile bize çok şey anlatıyor. Bu Sümerler Türk veya Türk kökenli olmayabilirler (dikkat, ikisi çok farklı), ancak bizden onlara bir şeylerin ihrâç edildiği, onların aldığı, bir ilintinin bağlantının olduğu açıktır. Benzer biçimde Emel Esin'in söylediği Çin'de milâttan önce bin yılında Çu denilen bir hânedân vardır ve bu hânedanın kimi nedenlerden ötürü Türk olduğu söylenir, en son kertede öyle icâp ettiği düşünülür; Çinin kendi anlayışlarında var olan ''göğün oğlu'' anlayışı örneğin bununla ilgili imiş. Yine Etrüsklerde de ilginç bir şeyler var. Bunları elbette görüyor düşünüyoruz. İskandinavların kullandıkları oyma yazı da kezâ öyle; imlerinin sayısı on altı idi ve bunlardan kendim saydım en az onu bizim üsüklere (harf) ya benziyor ya da yönü değişik olmakla birlikte bire bir aynı. Ancak buralarda bir bağ, bağlantı olsa da,
1. Bu durum o toplumların Türk olduğunu göstermez ya da göstermeye yeterince kanıt değildir.
2. Bu durum yine o toplumların Türk kökenli olduğunu da gösterecek diye bir kâide yoktur.
3. Bu durum biz Türklerle kadaş yâni akrâba olduklarını da göstermez, gösterecek diye bir zorunluluk yoktur.
Çünkü, her tür biçimde etkileşim olmuş olabilir. Örneğin bizim dilimizde bu gün ''tonlarca'' Arap ile Fars kökenli sözcük, kavram imi vardır. Yaratıcıya bile ''allah'' diyoruz çoğunlukla, yaradan, tanrı gibi sözler dışında (geçmişte de böyledir, hattâ kaynaklarda daha çok Türkçe kullanımlar göze çarpar; ta(ng)rı, bayat, çalap (buna Soğdça deniyor) vs.). Ancak bu durum bizim Arap ya da Fars olduğumuzu göstermez. Aksine, bir takım târihî süreçlerden, nedenlerden ötürüdür bu durum. Nitekim dilimiz de Altay diye tasnif edilir.
Ancak sorun şu ki ilgili kesimler illâ sıraladığım noktalar, hattâ ve hattâ özellikle ve özellikle ilkinin üzerinde duruyor ki bu tutumun nedeni duygulardır, aynen yorumunun son kısmında andığın bir takım kesimler misâli bu kesimin de bir şeyleri görmek istediği gibi görmesinden ileri gelmektedir. Çünkü bu tutum bilimli, bilime, doğru anlayışa uygun değildir.
Dolayısıyla burada yapılması gereken ince bile olmayan yalnızca
temel olan ayrımlar vardır ki, bu ilgili kişiler bunu yapmaktan imtinâ ediyor, çekiniyor. Oysa çok güzel dediğin gibi gerçeğe, gerçekliğe erişmek için yansız, objektif bir bakış açısı ile çalışma ilkelerine iye olmak gerektir. Bir şeyleri ön koşul kabûl ederek, ''Türk olmalı elbet!'' diyerek, düşünerek bilim yapamayacağımız gibi ancak kendimizi kandırmış, kendimizi zorlamış, şartlandırmış ve inkâr etmiş oluruz ve bu yüzden de ancak mutlu edici olan gerçeği, hakikati dolayısıyla da kendimizi bulamayız, bulamamış oluruz. Bu insanların, her ne denli niyetlerinin Türklük yönünde olduğunu bilsem de ve esâsında kötek hak ederken ve hattâ işini doğru yapmaya çalışan bilimcilerimizi de haksız yere yerer iken bu haklarını teslim etmem de bile -ki birçok kimse bunu yapmak istemez ve ben bunu gâyet anlayışla karşılıyorum- benim onlara karşı iyi niyet göstergemdir, anlamak istemedikleri budur. Şartlanmışlar çünkü. Yoksa ben kendim de tahsilâtlı/okumuş bilimci, dil bilimci, târihçi, kazı bilimci vs. ya da benzeri değilim. Olmayanların da târih, dil araştırmasına karşı çıkmadığım gibi bunun ateşli savunucusuyum. Ancak gerçeğe ermek için bir yordam, usûl ve de çok önemli yöntemler olduğu gibi bunları ilkin öğrenmek, bellemek gerektir ki uygulanabilsinler. Kendimi övmem, hiçbir zaman da övmedim, ancak kimi konularda mütevâzı olmayı gereksiz görürüm. Ben, hem bazı şeylerden geçtiğim, gördüğüm için ve de kendim bu yordamı yöntemleri anlamaya çalıştığım ve de benimsediğim için birçok konuda iyi bir idrâka sâhip olduğum gibi yeri gelir birçok kimi ''akademisyenler''imizden bile birçok şeyi daha iyi anlarım. Bunun kimi bilimcilerimizce az çok teyitleri, takdir etmeleri de vardır. Doğru yordam yöntemler, hak anlayış benimsendiğinde ve en önemlisi bu iş bir eğilim/hobi ya da ''sıradan'' bir uzluk/meslek olarak değil, Türklük görevi, davâ meselesi olarak görülüp vazife sorumluluk şuuru, geleceğe nesillere insanlarımıza aktarmak ve onları akarmak (kültürlemek) yükümlülüğü ve de gönüllülük ile yapıldığında anlaşılmayan ve aşılamayacak iş, sorun, engel kalmıyor. Ancak daha yapının temeli baştan sakat atılırsa gerisinin gelmesi imkânsızdır, beklenmesi de beyhûde bekleyiştir. Bir söz vardır, balık baştan kokar diye. Daha makinenin (soyut anlamda) temel bilgisine sâhip olmayan kişinin mühendisliğini kılması beklenemez ve de o kişi de bunu zâten yapamaz. Ortaya koca faciâlar çıkar. Bu insanlar, bunları görmek istemiyorlar; ve birçok konuda bazan duyguları, bazan benzetmeler vb. ile hareket edip her bir şeyi yanlış yorumluyor ya da olmadık şeyleri doğru veya var diye gösteriyorlar. Benim, bizim itirâzımız tam da burada. Zâten çünkü bir de anlattıkları öyle cibiliyetsiz ki, bu dediklerinden adam akıllı bir kültür kimliğinin, sağlıklı bir yapı ile anlayışı çıkmıyor ve çıkmadığından zâten, bir şeylerin açıkça uyuşmadığından zâten söylediklerinin akıl zemininden yürütülmediğinin göstergesi, kanıtı, ispâtı oluveriyor.
Bazan da, şunu da anmak gerek, bâzı şeyler çok derinlerde, çok gizlerde değildir. Bu da yine önemli bir ilkedir, bakış açısıdır. Bâzı zaman hepimiz olmak kayıdıyla çok yanlış yerlerde arıyoruz. Bu da diğer bir umûmî durum.
İlgili sunuma gelince. Ona o yıllarda, yalan olmasın, on yıl olmuştur o sunum yayınlanalı, ben de baktı idim. Hattâ bir kitabı da çıktı; kırmızı kapaklı, adını getiremiyorum şimdi, ''Tarih Türklerle Başlar'' olabilir. Orada da bu sunumda konuşulanlar yine sunulmuştu. Onu da okudu idim. Mirşan'ın birkaç Türk ağzını bildiği vs. doğru olabilir. Kendisi zâten Kazak köklü bildiğimce ve bunun da yeri gelmişken bunu da açıkça bir varsayım olarak ifâde etmekten geri durmayacağım ki, tam bu nedenden, yâni Rus emperyalizmi, baskılaması ve asimilasyonundan ötürü de kimi düşünceler, varsayımlar çıkmış olabilir. Kişilerin geçmişleri bazan kimi şeylere neden olabiliyor. Sonraları Almanya'ya gidiyor doğru hatırlıyorsam, orada mühendislik okuyor, savaş çıkıyor yarı kalıyor, savaş yıllarından sonra tamamlıyor vs. Doğru hatırlıyorsam bu biçimde idi. Dolayısıyla biliyordur, zâten birçok şey üzerine baş yormuş ve yayımları da var. Ancak bu durum yokarıda dediğimiz gibi çok bilgili olduğu, işleri olguları doğru yorduğu anlamına gelmez. İddiâlara gelince, kuşkusuz ki herkes kendinden için ya da çevresindeki insanlar desteklediği kişi için güzel iddiâlarda bulunurlar. Kaya çizimleri vs. bellidir zâten esâsen; çok büyük giz gizem yoktur, kimi konularda olsa da. Ancak genel itibâriyle yoktur ve o çizimlerimiz genellikle ''hayvan üslûbu'' denen üslûp üzerinden yürür. Bu ve benzerlerinin Moğolistan'dan tutalım Özbek Eli'ne dek, oralardan tâ Azerbaycan'da olan Gobustan'da görülmesi doğrudur. Dolayısıyla bunları ''okumak'' bir yormak işidir, ne olduklarını anlamak çıkarmak açmak. Ancak diğer işlerde işin içine yazı, imler, anlamları olan işâretler geliyor ki, buralarda verdiğim yanıtı geçerli. Orkun bengi taşları da herşeyi ile ap açık iken bunları da bir garip, bir saçma okur. Oysa bu yazı çözülmüş, anlatılanlar yüzde doksanın üzerinde anlaşılmış, var olan diğer kaynaklarla kıyas edilip doğrulukları varlıkları anlaşılmış ve daha nice bölgedeki (Kem -yenisey'in Türkçesi-, Talas, Koçkor, Türkistan, Altay Dağları, Tanrı Dağları, vs.) yazıtlar ve de yazmalar okunmuş anlaşılmıştır.
Diğer konuya. Öz tutacağım çok yorulmayalım diye. Yer üstündeki tüm mağaralarda, kayalarda, ... ve daha birçok nice yerdeki çizimler, betimler vs. bir birine benzeyebilir. Tüm toplumların, ulusların ürünleri bir birine benzeyebilir. Çünkü yeri gelir anlayışlar aynıdır; idrâk edilen bir şeyin idrâk edilmesi aynıdır; çünkü hepimiz aynı evrende yaşıyoruz. Bir örnek. Nazilerin kullandığı gamalı haç. Bunun ne olduğu üzerine çok ifâde var olup kullanımı bizden, Moğollardan (damga olarak, bugün bir Moğol damga gösteren yapı -sanırım Ulaanbaatar'da- üzerinde bir boy/toplum damgası olarak yer alır) başlar, Hint üzerinden tâ Kuzey Amerika'ya gider. Kökü kökeni nerededir bilinmiyor. Bu kouda da çok şey söylenebilir ancak çok uzun olmasını istemediğim için kısa tutuyorum. Yâni bu işler öyle derin ve uz araştırma, çalışma istiyor ki, onların yaptığı gibi kalıp anlayışça her hangi bir şey için ''Kökeni Türk'tür, şöyledir, böyledir'' demek kolay değildir. O ilgili gamal haç için de Mirşan ''oz damgası'' diyor ki, bunu da nereden getirdiği belli değildir. ''Sağ olsun'', öyle kötü de bir iş yaptı ki, ne yazık ki Nazi hayranı, militarist anlayışta kimi -sözde- ''Türkçü'' kesimler de bu dediklerime (militarist vs.) atıfla bu işâreti kullanıyor ancak büyük aff edersiniz aşağılık kirli kıçları yemediği için bunu açıkça ifâde etmeyip edemeyip ''bu biz Türklerin oz damgasıdır'' diyorlar. Yâni bir de bu gereksiz, arada kalmış, kendini bilmez, câhil cühelâ cânî Nazizim hayranı tayfaya malzeme de çıkardı. oz sözü daha doğrusu eylemi (oz-, ozmak) dilimizde geçmek, (bir şeyi) geride bırakmak, öne geçmek gibi anlamlara gelir. Bilge Kağan soylu hânedânın son üyesi Ozmış Kağan adında bir kağan idi. ''geçmiş'', yâni sanırım ''sıkıntılardan geçmiş, kurtulmuş, arınmış'' gibi bir anlamda olabilir, ama olabilir, öyle mi bilmiyorum. Yâni nereden ne getiriyor, ne uyduruyor, neye göre bunları yapıyor pek belli değildir.
Özeti, bu konu çok uzun üstâdım, acıklı da, ve son tahlilde aynen dediğin gibi kendimizi bulmak gerekliliktir, zorunluluktur, üzerimize sorumluluktur ve de hakkımızdır. Bunun yolları, yöntemleri belli olduğu gibi bu tür insanlar insanlarımızı yanlış yollara sevk ediyorlar ve bu yol üzerinde aydınlatıcı olduklarını sanar (diler) iken ortasında, üzerinde oturup engel oluyorlar ve de üstelik yalan yanlış bir takım saptamalarla da birilerine malzeme çıkarıyorlar. Yâni durumlar onlar açısından hiç de iç açıcı değil.